14 Nisan 2009 Salı

Ben geldim.....


Değerli blog arkadaşlarım
Geçtiğimiz yıl anılaımı yazmak için bir blog açmıştım
Sağlık sorunlarım nedeniyle ordan oraya koştutrurken
şifremi kaybettim, bir türlü nereye yazdığımı bulamıyorum
Diyorum ya yaşlılık işte :)
Bu sabah ilk bloğumda tanıştığım ve çok sevdiğim
Ayşeminooo arkadaşınım ısrarı üzerine
aynı isimle yeni bir sayfa açtım,şifremide çok iyi bir yere yazdım birdaha kaybetmemek üzere...
Yarından itibaren sağlığım el verdikçe, ömrümün yettiğince yaşanmışlıklarımı sizlerle paylaşacağım.
Buradada beni yalnız bırakmayacağınızı biliyorum.
Hepinizi çok seviyorum.
.
Afet
.

Annem.....

Bulgaristan'nın Varna kentinde iki çocuklu küçük bir aile yaşamaktadır.
Anne kumral yeşil gözlü çok güzel bir kadın, baba sarışın mavi gözlü iriyarı bir adamdır.
Çocukların biri anneye, diğeri babaya benzemektedir...
( mavi gözlü olan benim annem )
Baba bir fabrikada işçi olarak çalışmakta, boş zamanlarında horoz şekeri ve macun yapıp satmaktadır.
Anne ise çok beceriklidir, dantel örüp babayla birlikte kasabanın pazarında satmaktadır.
Çocuklarının geleceği için , eskiden bizim olan ve sonra gurbet olan topraklarda ölesiye çalışmaktadırlar. Baba aynı zamanda güreşçidir ve birçok madalya almıştır... Bu güreşler esnasında Ata'mızla tanışma şerefinede erişmiştir.
Cumhuriyetin ilanından sonra Ulu önderimiz onları alır ve Yozgat'ın Yerköy ilçesinin bir köyüne yerleştirir. O zamanlar oralar bomboştur ve ekip biçip geçimlerini sağlamal için çok büyük araziler verir... Ama baba rençperlikten hiç anlamamaktadır, o zamanlar öyle traktör falanda yoktur, kalabalık aile olmadıkları için ekip biçme işini bir türlü beceremez.
İki yıl olmuştur Türkiye'ye geleli.
Arada hükümet duyuru yapar; topraklarını ekmeyenlerin yerleri yeni gelenlere verilecek diye...Baba çaresiz gider malının başına çalışıyormuş gibi yapar. İşte o günlerden birinde anne biraz yiyecek ve ayran hazırlayıp eşinin yanına gider. Baba karnını doyururken annede bir elma ağacının gölgesine uzanır ve uyuyakalır.
Ouyurken kulağına kulağa kaçan dediğimiz böcek girer. Ne yaptılarsa çıkaramazlar, böcek kulağında yavrular çoğalır... Bu ne cahilliktirki baba eşini zamanında şehre hastahaneye götürmemiştir. Götürdüğünde ise çok geç olmuştur. Böcekler kadıncağızın beynine ulaşmış, felç olmuş ve hayatını kaybetmiştir.
Baba perişandır, arazisinin bir kısmını satar , eşi için aldığı borçları öder ve bir fabrikaya işe girer.
Çocukların biri 7 diğeri 9 yaşında ortalıkta kalmışlardır.
Hava kararınca köy yoluna doğru bakıp baba babaaa diye ağlaşmaktadırlar. Köyde yaşayanların yürekleri parçalanır.
Bir gün köyün yerli ve zenginlerinden olan çocuksuz bir aile çocukları evlat edinmek ister. Baba çaresizdir, tamam der....
Ama büyüğü ( yani annem ) asla kabul etmez. Kardeşi gider.
Şimdi artık maviş kız hava kardığında tek başına babaa diye ağlamaktadır.
Köyün yaşlıları bunun böyle olmayacağını düşünür ve babayı köy kahvesine çağırırlar.
Yaşlılardan biri " bak Salih efendi bu böyle olmaz biz seni en iyisi evlendirelim, bu çocuğun ve senin bakıma ihtiyacınız var " der.
Baba çaresiz bunuda kabul eder.
Civar köylerden hiç evlenmemiş ama yaşı babadan hayli büyük olan kara kuru kambur bir kadınla evlendirirler.
İlk birkaç hafta herşey yolunda gibidir, daha sonra üvey anne onlara bakmamaya başlar. Her sabah evden çıkıp eski köyüne gezmeye gider.
Maviş kızıda evin dışına çıkarır ve kapıyı kilitler. Kızcağız akşama kadar aç, perişan anneyi ve babayı bekler....
Çoğu zaman baba eve daha erken gelir, kızını doyurur, yıkar,paklar ve başını vuracak büyük bir taş arar...Bu şekilde dört yıl geçer...